Son Dakika Haberler

UNUTULMUŞ DÜŞLER MAĞARASI ve ÇOK ÖFKELİYİM İÇİN KÜTÜPHANENİZDEN YER SEÇİN

UNUTULMUŞ DÜŞLER MAĞARASI ve ÇOK ÖFKELİYİM İÇİN KÜTÜPHANENİZDEN YER SEÇİN
Okunma : 110 views Yorum Yap

UNUTULMUŞ DÜŞLER MAĞARASI ve ÇOK ÖFKELİYİM İÇİN KÜTÜPHANENİZDEN YER SEÇİN

Başarılı yazar Nilgün Canel ile sizin için konuştuk. Cihat DÜNDAR’ın sorularını yanıtlayan Nilgün Canel Unutulmuş Düşler Mağarası ve Çok Öfkeliyim adlı kitapları üzerine değerlendirmelerde bulundu. En büyük ilham kaynağı olan babası sayesinde küçük yaşta Türk ve Dünya klasiklerini okuma fırsatı bulduğunu öğrendiğimiz başarılı yazar eserlerinin vermek istediği mesaj söyledi, merak edilenleri cevapladı ve yeni çalışmalarının müjdesini verdi.

Öncelikle sizi tanımak isteriz. Nilgün Canel kimdir?

Ben bir akademisyenim. Marmara Üniversitesi Psikolojik Danışma ve Rehberlik ana bilim dalı öğretim üyesiyim. Doçentlik bilim alanım aile danışmanlığı. Ayrıca aile danışmanlığının yanı sıra Marmara Üniversitesi’nde psikoterapiler, kısa süreli terapiler, eleştirel ve yaratıcı düşünme gibi dersler veriyorum.

Pek çok kitapta editörlüklerimin yanı sıra, aile üzerine yazılmış iki kitabım var. Ayrıca Simel Parlak ile birlikte ergenlerde ve gençlerde partner şiddetini anlattığımız Çok Öfkeliyim kitabının yazarıyım. Unutulmuş Düşler Mağarası Pinhan Yayınevi’nden geçen sene piyasaya çıkmış olan son kitabım. Bir sene geçmeden kitap ikinci baskıya geçti ve şu anda da ikinci baskının da tükenmek üzere olmasının heyecanını yaşıyoruz.

Yazarlık hayatınız nasıl başladı? Size öncülük eden bir isim var mı?

Yazarlık hayatımın en büyük ilhamı babamdı. Küçükken evimizde kocaman bir kütüphane vardı. Babam sürekli yazan ve okuyan ve daha da önemlisi anlatan bir insandı. Ben sürekli okuyan okumaya doyamayan bir çocuktum. Bana her hafta bir kitap satın alırdı. Eğer hafta bitmeden kitabı bitirirsem beni kütüphanesine götürür, haftaya ki hakkıma kadar oradan bir kitap seçmemi isterdi. Böylece daha ilkokulu bitirmeden Türk ve dünya klasiklerinden çok sayıda eseri okuma şansım olmuştu. Her okuduğunuz kitaptan, sizi etkileyen her yazardan, size bir duygu, bir fikir hatta bir davranış kalıyor. İçimdeki yazma duygusu o yıllardan kalan bir şey. Kitap benim için o kadar heyecan verici bir şeydi ki sadece okumak yetmezdi. Kendi hikayelerimi yaratmak, o hikayelerin içinde kaybolmak isterdim. Sanki her hikayede yeni ve başka bir hayat yaşıyor gibi hissetmek çok keyif verirdi. Ayrıca akademide üretilen bilgilerin, araştırmaların gerçek okuyucuya ulaşamıyor olması da her zaman kafamı kurcalayan bir sorun olmuştur. Bu sebeple üzerinde çalıştığımız konuları okuyuculara ulaştırmak benim için hep bir görev duygusu olarak var olmuştur.

Yazarken nelerden etkilenirsiniz?

Aslında tamamen kendiliğinden gelişen bir akış var yazarken. Yazmaya karar verdiğimde klavyenin başına geçiyorum ve sonrası sanki otomatik. Kendiliğinden akıyor. Bir de yazarken olmazsa olmazım var. Klasik müzik. Müziği açmadan bilgisayarın başına oturmam. Yazdıklarımı sonradan mutlaka bir okuyucu gibi okuyorum. Yazan ben değilmişim gibi. Bir de iki kız kardeşime okuturum. Bu konu da en büyük destekçim onlar. Hiçbir şeyi atlamadan dikkatle okuyup çok geliştirici eleştiriler sunarlar.

Unutulmuş Düşler Mağarası isimli eserinizden bahseder misiniz?

Master yıllarımdan beri yaratıcı düşüncenin geliştirilmesi üzerine çalışıyorum. Unutulmuş Düşler Mağarası her birimizde olan ama harekete geçirmediğimiz, kullanmadığımız ya da kullanmayı unuttuğumuz yaratıcı düşünce gibi eşsiz bir kaynağı nasıl harekete geçirebileceğimizi anlatıyor. Ancak özelde kişinin kendi doğal kaynak ve yeteneklerini açığa çıkartmasını hedefliyor. Hayatımızda diğer insanlardan farklı olarak yaptığımız şeyleri, gerçekten yapmak istediğimiz ama hala yapamadıklarımızı, doğuştan getirdiğimiz potansiyelimizi keşfetmemizi sağlıyor.

Unutulmuş Düşler Mağarası ismi nereden geliyor?

Dahi bir yönetmen var. Werner Herzog. Herzog bir gün Fransa’da bir mağaraya giriyor. Mağarada 30-35 bin yıl önceden kalma duvar resimleri var. İnsanlık tarihinin en eski çizimleri. Düşünün karanlık bir mağaradasınız. Tıpkı zihninizin derinlikleri gibi karanlık. Orada bir şeyler var ama göremiyorsunuz. Çünkü kimse ışık tutmamış henüz. 35 bin yıl orada öylece kalmış çizimler. Birilerinin gelip onları keşfetmesini beklemiş çizimler, kim olduklarına dair anlatılar. Sonra kameranın ışıklarını duvarlara yansıttıklarında büyüleyici renk ve gölge oyunları ile karşılaşıyorlar. Size bir şeyler anlatmak isteyen kendi insanlık tarihinizin ilk hikayeleri. O ışık oyununun içinde hareket ediyormuş gibi gözüken, biz buradaydık, nefes aldık, avlandık, yaşadık diyen çizimler. Bence yaratıcılık tam da böyle bir şey. Zihnimizin karanlıklarında bir gün birileri gelip onu oradan çıkarsın diye bekleyen, kendi varoluşumuzu öncelikle kendimize anlatmamıza yarayan, bize kim olduğumuz hakkında en fazla ipucu sunabilecek olan, insana bahşedilmiş bir hediye. İşte ben o ışığı tutmak istedim. Kendi mağaralarımızın derinlerinde ne olduğunu görebilelim diye.

Unutulmuş Düşler Mağarası okur gözü ile yorumlar mısınız?

Okurların ne düşündüklerini hem sosyal medyadan hem de kitap yorumları yapan sitelerden takip ediyorum. Yorumları okurken benimle aynı heyecanı yaşamış olduklarını görmek büyüleyici. Kitaptan elde ettikleri sonuçları yaşamları hakkında aldıkları kararları paylaşmak için mail atıyorlar, sosyal medyadan yazıyorlar. Her birine tek tek cevap yazıyorum. Çünkü ben bu kitabı yazarken kimsenin sadece okuyucu olarak kalmasını istemedim. Harekete geçmelerini, kendi varoluş tanımlarını zenginleştirmelerini istedim. Bu heyecana katılan herkese çok teşekkür ediyorum.

Çok öfkeliyim adlı kitabınızın vermek istediği mesaj nedir?

Çok Öfkeliyim kitabı, Unutulmuş Düşler Mağarası’ndan önce Okuyanus Yayınevi’nden çıkmış bir kitap. Simel Parlak ile birlikte yazdık. Unutulmuş Düşler Mağarası’ndan farklı olarak, toplumda var olan partner şiddeti sorununu ele aldığımız ve bu şiddetin kaynaklarına uzandığımız bir kitaptı. Simel Parlak partnerine şiddet uygulayan ergenler ve gençlerle görüştü. Aslında partner şiddetinin tahmin edildiği gibi yetişkinlikte birdenbire ortaya çıkmadığını, ergenlikte ilk sinyallerini verdiğini göstermek istedik. Kitapta görüşmeler yaptığımız gençlerin kendi ifadelerine ve anlatılarına da yer vererek, konuyu çok ayrıntılı bir şekilde ele aldık. Türkiye’de gençlerde partner şiddetini tüm boyutları ile gözler önüne seren nadir kitaplardan birisi oldu.

Yeni çalışmalarınız nelerdir?

Şu an Simel Parlak ile birlikte üzerinde çalıştığımız yeni bir proje kitabımız var. Proje kitap diyorum çünkü alışılmışın dışında bir tema ile tasarlıyoruz. Simel Parlak harika bir saha araştırmacısıdır. Bu sefer baba şiddetine uğrayan kadınlarla görüştü. Onların anlatılarını bilimsel bir yöntemle analiz etti ve baba şiddetinin yetişkin hayatta nelere mal olduğuna dair temalar tespit etti. Ben de bu temaları aldım ve kadın hikayeleri oluşturdum. Bilimsel anlatıdan uzak, okuyucunun ilgisini çekebilecek bir format tasarlamamız gerekiyordu. O yüzden hikayeler tasarladım ve ulaştığımız utanç, hüzün, öfke, çaresizlik gibi temaları bu hikayelerle beraber tartışabileceğimiz bir yazım diline dönüştürdüm. Baba şiddeti ülkemizde neredeyse hiç anlatılmamış bir konu. O kadınların hikayeleri hiç anlatılmamış, hiç yazılmamış. Kimse ne yaşadıklarını duymamış. O yüzden kitaba daha önce kimsenin duymadığı, bilmediği bir isim verdik. Madem hikayeleri hiç duyulmadı, isimlerini biz koyalım dedik. Bu kitabın özgün bir proje olmasının bir sebebi de şu an için sürpriz olarak kalmasını istediğimiz iki değişik anlatı tarzını daha içeriyor olması.