KENDİNİZİ VEFA MEVSİMİ’NDE TUTSAK YÜREKLER VADİSİNDE BULACAKSINIZ
Başarılı yazar ve eğitmen Neslihan Demirbaş ile sizin için konuştuk. Cihat DÜNDAR’ın sorularını yanıtlayan Neslihan Demirbaş Tutsak Yürekler Vadisi ve Vefa Mevsimi isimli kitapları üzerine değerlendirmelerde bulundu. Yazarlık kariyerinin aslında lise yıllarında başladığını ancak türlü sebeplerle ertelendiğini öğrendiğimiz Neslihan Demirbaş yeni çalışmalarının müjdesini verdi ve bir itirafta bulundu: “ iki romanımdaki olaylar, acılar bizim toplumumuza özgüdür.”
Öncelikle sizi tanımak isteriz. Neslihan Demirbaş kimdir?
Yağmurlu bir sekiz nisan sabahı Trabzon’da üç kardeşin en büyüğü olarak dünyaya geldim. Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde Kimya okudum. Aynı üniversitenin Fen Bilimleri Enstitüsünde doktora yaptım. Halen Karadeniz Teknik Üniversitesi Kimya Bölümünde öğretim üyesi Profesör olarak görev yapmaktayım. Meslektaşım, Prof. Dr. Ahmet ile evliyim. Hakan ve Sinem’in annesiyim.
Yazarlık kariyeriniz nasıl başladı? Size öncülük eden bir isim var mı?
Yazmaya lise yıllarında başladım. O zamanlar küçük küçük notlar alıyordum. Ama bu notlar hiçbir zaman bir kitaba dönüşmedi. Hatta benimle dalga geçerler endişesiyle yazdığımı herkesten gizliyordum. Sonra araya kimya girdi. Akademik çalışmalar zaten bütün zamanımı alıyordu, doktora öğrencilerimizle birlikte çok güzel çalışmalarımız, projelerimiz oldu, çok güzel iki çocuk yetiştirdim, yaşlı annemle ilgilendim derken roman yazma fikri kafamdan uçup gitti. Aradan uzun yıllar geçti ve pandemi dönemi diye bir şey ortaya çıktı. Herkes gibi biz de eve kapandık. En önemlisi laboratuvarlarımız kapandı ki kimya bilimi ancak laboratuvarda çalışılabilecek bir bilim dalıdır. O günlerde Chembridge Scholars Publishing isimli yayınevi İngilizce bir organik kimya kitabı yazma önerisinde bulundu. Öneriyi kabul ettim ama işin içine girince çok zorlandığımı fark ettim.
Konu olarak organik kimyanın ileri seviye konularını seçmiştim. Dilinin İngilizce olması benim açımdan işi daha da zorlaştırıyordu. Gün içinde organik kimya kitabı üzerinde çalışırken yorulduğumu hissettiğim anlarda onu bırakıp Tutsak Yürekler Vadisi’ni yazmaya başladım. Tutsak Yürekler Vadisi’nin konusu aklıma nereden geldi bilmiyorum, çünkü daha çok gençken aldığım notlarla hiç ilgisi yoktu, adeta ilham geldi. Zamanla roman yazmanın bana huzur verdiğini, dinlendirdiğini, mutlu ettiğini fark ettim. Tutsak Yürekler Vadisi yazım aşamasında birçok kez evrimleşti. Sonunda “Green Methodologies Leading to Formation of New C-C And C-Heteroatom Bond” başlıklı organik kimya kitabı ve Tutsak Yürekler Vadisi eş zamanlı olarak bitti ve basıldı. Okuyuculardan çok güzel yorumlar almak beni cesaretlendirdi ve ardından Vefa Mevsimi geldi.
Çok beğenerek okuduğum yazarlar var, Kristin Hannah, Nancy Pickard, Amy Harmon gibi. Onlardan ne kadar etkilendim ya da etkilendim mi bilmiyorum ama benim iki romanımdaki olaylar, acılar bizim toplumumuza özgüdür.
Tutsak Yürekler Vadisi, biri Trabzon’da yaşayan, diğeri Güneydoğu’dan gelip aynı lojmanda komşu olan iki çocuğun, Gül Naz ve Doğu’nun masum, çocuksu arkadaşlığı ile başlıyor. Gül Naz’ın genetik bir kan hastalığı vardır, Schwachmann Diamond Sendrom (SDS) ki bu hastalık ileriki yıllarda Gül Naz’ın hayatını büyük ölçüde etkileyecektir. Yıllar geçip bu iki çocuk iki genç insana dönüştükçe birbirlerinin nefesi olduklarını, birbirleri olmaksızın yaşayamayacaklarını anlarlar, ancak Doğu’nun ailesi geldikleri kente geri dönmek zorundadır. Dönüşü olabildiğince ertelemek için ellerinden geleni yapsalar da aile memleketine geri döner. Gül Naz bir yandan hastalığı ile mücadele ederken bir yandan da Profesör olan ve hain bir terör saldırı ile hayatlarını kaybeden anne babasının izinden giderek akademisyen olmaya karar vermiştir. Doğu ise gittiği okulda kötü arkadaşlıklarının sonucu olarak, kendini önce uyuşturucu ve terör gruplarının içinde, ardından dağda terör kampında bulur. Artık verilen sözlerin tutulması mümkün değildir, hayat onlar için freni patlamış araç gibidir, hiç beklenmedik yerlere savrulurlar. Gül Naz’ın hayatı, hiç tanımadığı, çok uzaklardaki Müjde ile öylesine çakışır ve iç içe geçer ki bu iki kadının ayrılmaları mümkün değildir artık…
Vefa Mevsimi aynı kadına, Aydan’a defalarca yenik düşen İhsan’ın ve bu aşkın gerçek mağdurları olan Demet ve Yakut’un yürek burkan hikayelerini konu alıyor. Demet her terk edişinde yıkılsa ve her yıkılışında korkularının esiri olan beyni ona oyunlar oynasa da her defasında küllerinden doğmayı başarıyor. Aydan ise hırslarına o kadar yenik bir kadın ki, İhsan’ı da yasadışı işlerine karıştırmakta sakınca görmüyor, bu uğurda öz kızından bile vaz geçecek kadar gözü kararmış bir kadın.
Vefa Mevsimi adlı eserinizin ismi nereden geliyor?
Bu kitapta Demet gerçek bir vefa örneği. Defalarca terk edilse de İhsan’a hep sadık kalıyor. Ama bütün mevsimlerin de bir sonu olduğu, ardından başka bir mevsimin başladığı gerçeği, İhsan’ın gözünden kaçmış olmalı.
Eserlerinizi okuyucu gözüyle yorumlar mısınız?
Her iki kitap da bol duygu ile birlikte bol aksiyon içeriyor. Bu bakımdan okuyucunun sıkılacağını sanmıyorum. Birer aşk romanı gibi görünseler de aslında aldığımız kararlarla hayatımızın nasıl güzelleşeceği veya nasıl alt üst olacağı vurgulanıyor. Bazı durumlarda iyi olmak da kötü olmak da bizim elimizde. İyi olmayı seçersek problem yok, ama kötü olmayı seçtiğimizde bedel ödeyen sadece kendimiz değiliz, bizimle birlikte yakınımızdaki insanların da hayatları alt üst oluyor.
Yeni çalışmalarınız nelerdir?
Öncelikle doktora öğrencimin tezi ile ilgileniyorum. Bunun için bir proje hazırlamamız lazım. Organik kimya kitabının ikincisi üzerinde çalışıyoruz. Yayınlanmayı bekleyen çalışmalarımız var. Onları kaleme alacağım. Ama roman yazmayı çok sevdim. Üçüncü romanın hazırlıkları içindeyim.
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)